6 Kasım 2017 Pazartesi

Kalbin Tavafı


            Kalbin Tavafı

            Âlem ve Âdem, ‘bilinmek’ için yaratılmış. İnsan, bu amaç için bilmelidir. Yaratılışın bir amacı olduğunu düşünmek bile bir ayrıcalık olabilir. Evrenin, küreselliği ve balonumsu yapısı ile sürekli, hatta artan hızda, açılımı bilimsel bir gerçek. Boyutsuz ve kütlesi sonsuz olan bir noktadan küresel açılımı esas alan Büyük Patlama Modeli genel kabul görür. Galaksi ve yıldızlar da uzay-zaman dokusu içinde yüzerek birbirlerinden uzaklaşır. Bu süreç bilimsel olarak kanıtlanır. Tüm iş ve işlemlerin püf noktası ilk noktadır. Kuantum mekaniğinden kanıtlanır ki ilk nokta da yokluktan çıkmıştır. Demek ki yokluk tamamen boşluk değildir. Üstelik ikiz atom, elektron veya protonların ayrıntılı incelenmesinden şüphesiz kanıtlanmıştır ki her şey ilk andan itibaren determine, tayin, edilmiş, belirlenmiştir. Bilim, işi püf noktasından itibaren alır, ondan sonrasıyla ilgilenir, her şey bilinmeye çalışılır. Din ve felsefe ise noktayı ve öncesini de düşünce alanının içine alır. Ne ‘yanlışlaşabiliri’ bilmek asalettir.

            Kısaca ‘eşya’ denen madde ve enerjiye ilişkin gerçeklere bakmak âlemi anlamak için yararlıdır. Evreni, ışık olarak adlandırdığımız elektromanyetik radyasyon (EMR) ışınımından biliriz. Bir açıdan, ‘kuvvetler’ elektrik, manyetik ve elektromanyetik olmak üzere üçe ayrılır. İlk andan, işin püf noktasından itibaren, yokluktan aniden çıkıp bir an için var olan zerrenin bile bir elektrik yükü vardır. Sanki zerre özelliğini yokluktan almakta. Elektrik yükü ve kütlesi olmayan, en küçük enerji birimi olan, ‘görünür ışık’ fotonu ise bir EMR ışınımı şeklinde, ışık hızında hareket eder ve bir ucu gözde iken diğer ucu evrenin tüm fiziksel büyüklüğü kadardır. Aynı elektrik yüklü uçların birbirini ittikleri, ayrı uçların ise çektiği bilinir. Manyetik kuvvetlerin güney ve kuzey kutupları vardır ve aynı şekilde mıknatısın da itim ve çekim kuvvetleri vardır. Elektromanyetik kuvvetler de yıldızları bile birbirine bağlar. Bu ‘itim ve çekim’ güçleriyle, ‘kuvvetler’ kanıtlanır. Önemli olan üç husus vardır, hepsinin ‘kuvvet’ olarak tanınması, bu kuvvetlerin birbirleri ile sürekli ‘iletişim ve etkileşim’ içinde bulunması ve bunların bazı alanlar içinde ‘toplanarak kütle veya maddeyi’ oluşturması.

            Bir ayetin anlamı, kişinin aklının bilimsel işlevselliğine bağlıdır, tabidir. Kuantumdan galaksilere ve evrene kadar, bilimsel bilgi ve bulgulara ne kadar hâkim ise kişi için bazı ayetler de o kadar anlamlıdır. Resulümüzün bir hadisinde “Allah önce bir cevher yarattı ve ona celaliyle nazar etti, cevher hayâsından yarı ateş yarı suya dönüştü” deyişi maddenin ‘plazma halini’ bilen için anlamlıdır.(1) Cevher yoktan var edilmiş ve ilim yüklenerek ilerde ne oluşacağı potansiyel olarak konmuş, bünyesine kuvvetlerin tümü yerleştirilmiş. İlk cevherin böylece idrakiyle “Lâ Havle ve lâ Kuvvete-Kimsenin kuvvet ve kudreti yoktur”  deyiminin idraki kolaylaşır. Hani “Rüzgâr poyrazdan esecek ve 3-4 kuvvette esecek” der gibi her kuvvetin bir de itim-çekim gücü-kudreti olduğu da aşikâr. Bir kuvvet bir diğerinin yerini haberleşip, algılayarak, bilir ve kendi güç ve kuvvetiyle onu etkiler hem de kendisi ondan etkilenir. Böylece kuvvetler ‘iletişim ve etkileşim’ içindedir. Nedeni ve nasıl olduğu bilinmez, kuvvetler, Higgs bozonunun içinde toplanır, pıhtılaşır, katılaşır ve maddeleşir. “Çift Yarık” deneyinden anlaşılır ki ışınımın, dalganın, parçacık özelliği kazanması için “Nazar, Gözlem”, altında olduğunu algılaması şarttır. Sanki bozon içinde ‘nazar’ değiyor. (2)

            Her düşünen akıl aynı, bir ve tek ‘ilim’ ile ilgilenir. Akıl ya inanç ya da kanıt üretir. Kanıtlanmayan inanç olamaz ve olmamalıdır. Resuller ve nebiler akla ve aklını kullananlara hitap eder. Aklı başında olmayan kutsal mesajlardan sorumlu değildir. Ayetler de ilmi, kuvvetleri, “Kuvvetlerin izdihamını”, ilmin cisimleşmesini, kalbi ve kalbin aklı nasıl kullandığını ele alır. Yer ve göğün halk edilmesi Hakk’ın mevcudat ile gizlenmesidir. Arş, su üzerinde, ilim ve akıl öncesi haldir, mevcudat ile gizlenen Hak, yaradılışa hükmeden kalp ile açığa çıkar. Celalî nazar edilen ilk cevher, hayâsından, saygısından kısmen su ve kısmen ateşe, bugünkü deyimle ilim yüklü ‘plazma’ya, dönüşmüş. Sema, latif cevherden, arz da kesif cevherden oluşmuş. Dünyada oluşan ilk ev Mekke’deki Kâbe, Hakiki Kalptir. Hakiki kalp, ilim ve hikmet yüklüdür, güçlü kuvvetlerin toplandığı yerdir. Hakkın arşının, müminin kalbinin, kadim olması ilk oluşundandır ve beden hadistir, sonra oluşmuştur. Beden, hakiki kalbin tesiri ile vücutlaşır, cisimleşir. Beden ve bedenin organları kalbe tabi olarak oluşur. Organların kuvvetleri kalpten geçer. Kâbe, kalp, vuslata götüren nurdur, Hz. İbrahim’in ayak izi yani akıl oradadır, tavaf edilmelidir. Kalp, ilim yüklü ve sürekli iletişim ve etkileşim içindeki kuvvetlere akıl ile hükmeder. Aklını kullanmayana hizmet eden kuvvet olamaz. (3)

            Hacca gidiş İslam’ın beş şartından biridir. Hacılar, kutsal olarak tanıdıkları Kâbe’nin etrafında yedi kere döner, içine girmeye veya içini görmeye de can atar. Dıştan içe giriş, içten içe yolculuk, siyah taş veya noktayı içte arayıp bulma, eşyanın hakikatine böyle ulaşma, hep yüceltilir. Yedi semadan, arzda yedi makamdan söz edilir. Her mertebede her ayetin, delilin anlamı farklıdır. Her ziyaret bir üst düzeydeki anlayışa ulaşmaktır. Akıl ile akıllıca, bilinçle yapılan her yolculuk bilgisine bilgi katar insanın. Gözünü açıp, açılmış gözlerle, apaçık olan delilleri, görmek basiret sahibi yapar insanı. Kalbin duyguları arasında bilinçli dolaşıp duygusallık yapmak akılsızlık değil akıllanmaktır. Organların kalpten geçen kuvvetlerini izleyerek, kalbi ziyaret etmek, organ ve yeteneklerinin yeniden keşfidir. Gözde görme gücünü oluşturan kuvvetlerin, kalpten beyne geçen kuvvetler olduğunu idrak etmek insanı basiretli yapar. Bu bilinçle yapılacak her tavaf, ziyaret, insanın kendini yeniden keşfetmesini sağlar. İlk doğumda, çocuğun kalbi ilk oluşan azadır, yeniden keşifte oluşan veya doğan ise kalbin çocuğudur. Beşer, insan ve olgun insanın ilk adımıdır.

            Belki de insanın fena bulması veya fani olması yok olması değil yoktan, yokluktan var olmasıdır. Varlıkta yokluğun ve yokluktan varlığın idrakine ermek önemlidir.  İslâmiyet, “Savm, salât, hac, zekât, kelime-i şahadet” diye özetlenir. Uruç edercesine oruç tutup, kıyameti koparcasına kıyama durarak namaz kılan mümin, hacca gider ve tavaf ederek emanetini iade ile zekât verirse, hatta okuyamayacağı, kelime ile şahitlik edebilir.

            Umarım, bilgiden bilince ulaşarak, şahitlik etme onuruna erişebiliriz.




 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder